,
beni şahidlerinden yaz
amin.
ç
12.11.2008
Alemlerin Rabbi Allah birdir. Allah'tan başka ilah yoktur.
*
Başbakan,
“Benim söylediğim şu; Biz bu ülkede Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Gürcüsüyle, Abhazasıyla, Boşnağı ile biriz, beraberiz. Hiçbir etnik unsur, bir diğer etnik unsura üstünlük mücadelesi vermemelidir, veremez. Bizim bir üst kimliğimiz var. Bu üst kimlik de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır. ABD'de yıllarca siyah-beyaz mücadelesi oldu. Öyle mi? Zencilere karşı büyük ayrımcılık yapıldı. Ama bir olimpiyat müsabakasına katıldıkları zaman, olimpiyat rekorlarıyla birincilikleri aldıkları zaman, orada kalkıp da zafer turunu atarken, onlar gururla Amerika bayrağını omuzlarına alıp turu öyle attılar. Sen atabiliyor musun Türk bayrağıyla bu turları? Mesele burada” dedi. söyleyebilmesi, konuşabilmesi halinde zaten sorun kalmayacağını belirtti: “Ama bunu söyleyemiyorlar. Niye? Yürek, yürek... Mesele burada. Sıkıntı başka. Ee, kusura bakmayın da... Ne benim milletim inanıyorum ki sandıkta buna müsaade eder ne de biz bu sözleri söylemekten geri kalırız.”
.
Başbakan,
“Benim söylediğim şu; Biz bu ülkede Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Gürcüsüyle, Abhazasıyla, Boşnağı ile biriz, beraberiz. Hiçbir etnik unsur, bir diğer etnik unsura üstünlük mücadelesi vermemelidir, veremez. Bizim bir üst kimliğimiz var. Bu üst kimlik de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır. ABD'de yıllarca siyah-beyaz mücadelesi oldu. Öyle mi? Zencilere karşı büyük ayrımcılık yapıldı. Ama bir olimpiyat müsabakasına katıldıkları zaman, olimpiyat rekorlarıyla birincilikleri aldıkları zaman, orada kalkıp da zafer turunu atarken, onlar gururla Amerika bayrağını omuzlarına alıp turu öyle attılar. Sen atabiliyor musun Türk bayrağıyla bu turları? Mesele burada” dedi. söyleyebilmesi, konuşabilmesi halinde zaten sorun kalmayacağını belirtti: “Ama bunu söyleyemiyorlar. Niye? Yürek, yürek... Mesele burada. Sıkıntı başka. Ee, kusura bakmayın da... Ne benim milletim inanıyorum ki sandıkta buna müsaade eder ne de biz bu sözleri söylemekten geri kalırız.”
.
6.11.2008
Evvelden Ahire
*
Hz. Adem zamanında
sade bir emir vardı Rahman'dan
elma ağacına yaklaşmayacaktık
nefis sade bununlaydı
bu bir imtihandı
kutsal kılınan deveye dokunmamak
işte oda bunun gibi bir imtihan
ama nefis ağaçtan yedi
o nefisler ki ne güzel
tevbekar olan
oysa binden çok devenin arasında
o deveyi kesip biçen
öldü
isyan üzere oldu o
her ömrün sonunda olan
türlü nimetler arasında
ille haram olanı
ille ama ille
Rahmanın yasakladığını
yeyince oldu olan.
Rabbim demişti
yorulur susarsın
zahmet çekersin
dünyadayken cenette değilsin
indik işte cennetten
Rabbim sonra her resulüne
ilminden verdi
bazan on sahife
tevrat
zebur
incil
ve
Kuran
Rabbim sonsuz ilminden
ancak az birşey olan
ne kadar rahmet indirdiyse
o kadar arttı şerri şerlilerin
asla inanmayacak olan
işte o yüzden
ashabı narın şerri
on sahife ile on kırat arttıysa
katlandı tevrak ile
zebur ile kendine derinlik kattı
incille profesyonelleşip
yaydı kendini
bilim
felsefe
sanat
istismar edildi
merhamet ve şefkat
şer güzelliğini
şerrini
örttüğü gizlediği
muazzam derecede derin
ve bir o kadardan da fazla kapsam
işte Kurandan aldı.
sonra Yüce bir Peygamber
ve sünnet.
o yüzden savaş
Hak batıl savaşı
ihlaslı güzel ve
güzel görünümlü
deccal ve dahi
ne birikmişse güzel çirkin
çirkin bir niyet için
onu bu savaşta kullanan.
işte küfrün özü
aynı olmasına rağmen
ilk başta nefis
yasak ağaç ve şeytan
şimdiyse dolmuş alem
deccal nefis
şeytanların biyat ettiği
insüşeytan
şu an yaşanan ahir zaman
işte hep bu ilimle
evelden ahire
biriktire biriktire
inceltti şerrini
türlü yöntemler
gizlenmek için güzel yüzler
karanlık dehlizlerin gizlendiği
yalancı tebessümler
hepsi olmuş
profesyonel deccal
işte hamdolsun biz
bu deccallere
tokat vura vura
yüzlerini yola yola
olduk
profesyonel müslüman.
zerre kadar dahi
dahil olsa nefis
bu yüce görevde zerren dahi
teslim olmasada Hak Teala'ya
dünyaya baksa
ordan çekiyor organize şer çetesi
surda bir delik buluyor
beyte sızıyorda sızıyor
eğer muttaki değilsen
için hep onlarla doluyor
nereye çekerlerse nefis
it gibi doğru peşinden koşuyor.
işte bu yüzden
akılla ve nefisle bir yere kadar
bırakmassan onları
onlardan tutup çekiliyor
deccaller hiç boş durmuyor
kışkırtıyor kandırıyor
ama aslında kendini kandırıyor
işte bu son merhale
taha bırakıyor
aklı ve nefsi
sıfırlaması gerekli ki
kırmasın gönlün kanatlarını akıl
yolda oyalanmasın nefiste
bir güzel miraç ile
uçsun dursun Rabbul alemine.
*
Hz. Adem zamanında
sade bir emir vardı Rahman'dan
elma ağacına yaklaşmayacaktık
nefis sade bununlaydı
bu bir imtihandı
kutsal kılınan deveye dokunmamak
işte oda bunun gibi bir imtihan
ama nefis ağaçtan yedi
o nefisler ki ne güzel
tevbekar olan
oysa binden çok devenin arasında
o deveyi kesip biçen
öldü
isyan üzere oldu o
her ömrün sonunda olan
türlü nimetler arasında
ille haram olanı
ille ama ille
Rahmanın yasakladığını
yeyince oldu olan.
Rabbim demişti
yorulur susarsın
zahmet çekersin
dünyadayken cenette değilsin
indik işte cennetten
Rabbim sonra her resulüne
ilminden verdi
bazan on sahife
tevrat
zebur
incil
ve
Kuran
Rabbim sonsuz ilminden
ancak az birşey olan
ne kadar rahmet indirdiyse
o kadar arttı şerri şerlilerin
asla inanmayacak olan
işte o yüzden
ashabı narın şerri
on sahife ile on kırat arttıysa
katlandı tevrak ile
zebur ile kendine derinlik kattı
incille profesyonelleşip
yaydı kendini
bilim
felsefe
sanat
istismar edildi
merhamet ve şefkat
şer güzelliğini
şerrini
örttüğü gizlediği
muazzam derecede derin
ve bir o kadardan da fazla kapsam
işte Kurandan aldı.
sonra Yüce bir Peygamber
ve sünnet.
o yüzden savaş
Hak batıl savaşı
ihlaslı güzel ve
güzel görünümlü
deccal ve dahi
ne birikmişse güzel çirkin
çirkin bir niyet için
onu bu savaşta kullanan.
işte küfrün özü
aynı olmasına rağmen
ilk başta nefis
yasak ağaç ve şeytan
şimdiyse dolmuş alem
deccal nefis
şeytanların biyat ettiği
insüşeytan
şu an yaşanan ahir zaman
işte hep bu ilimle
evelden ahire
biriktire biriktire
inceltti şerrini
türlü yöntemler
gizlenmek için güzel yüzler
karanlık dehlizlerin gizlendiği
yalancı tebessümler
hepsi olmuş
profesyonel deccal
işte hamdolsun biz
bu deccallere
tokat vura vura
yüzlerini yola yola
olduk
profesyonel müslüman.
zerre kadar dahi
dahil olsa nefis
bu yüce görevde zerren dahi
teslim olmasada Hak Teala'ya
dünyaya baksa
ordan çekiyor organize şer çetesi
surda bir delik buluyor
beyte sızıyorda sızıyor
eğer muttaki değilsen
için hep onlarla doluyor
nereye çekerlerse nefis
it gibi doğru peşinden koşuyor.
işte bu yüzden
akılla ve nefisle bir yere kadar
bırakmassan onları
onlardan tutup çekiliyor
deccaller hiç boş durmuyor
kışkırtıyor kandırıyor
ama aslında kendini kandırıyor
işte bu son merhale
taha bırakıyor
aklı ve nefsi
sıfırlaması gerekli ki
kırmasın gönlün kanatlarını akıl
yolda oyalanmasın nefiste
bir güzel miraç ile
uçsun dursun Rabbul alemine.
*
23.10.2008
19.10.2008
İdeolojik Saldırganlık
.
güçlü olana söv
güçlü olanı devir
bakma hiç
adaletli mi yada
bir merhamet ehli mi.
vur
kır
saldır
eksiğini bul
kusur bul
belki surda bir delik.
bir güç hastası olarak
alırsın belki
alamasanda gücünü
yerini yada makamını
güçlüye vurduğunla güçlüsün
kırdığınla anılır ünlü olursun
saldırdığınla tatmin ettiğin nefsin
teselli bulur.
vur nefsin bekası için güçlüye
mazlumun sesiyim deyip
bu yolla zalim olursun
zalimliğe yolmu yok...
.
güçlü olana söv
güçlü olanı devir
bakma hiç
adaletli mi yada
bir merhamet ehli mi.
vur
kır
saldır
eksiğini bul
kusur bul
belki surda bir delik.
bir güç hastası olarak
alırsın belki
alamasanda gücünü
yerini yada makamını
güçlüye vurduğunla güçlüsün
kırdığınla anılır ünlü olursun
saldırdığınla tatmin ettiğin nefsin
teselli bulur.
vur nefsin bekası için güçlüye
mazlumun sesiyim deyip
bu yolla zalim olursun
zalimliğe yolmu yok...
.
Küfrün Yüzleri
.
zorba küfür
ince küfür
iyice ince küfür
işte o iyice ince küfrün kini
son manşetle koptu
inceldiği yerden koptu.
tayyip abim yine onikiden vurdu.
elhamdülillah.
.
zorba küfür
ince küfür
iyice ince küfür
işte o iyice ince küfrün kini
son manşetle koptu
inceldiği yerden koptu.
tayyip abim yine onikiden vurdu.
elhamdülillah.
.
16.10.2008
firavunların other ihtiyacı
*
ötekiler çöktü
firavunlar çığlak artık.
ötekiler ile firavunlar aynı.
söverek siyaset yaptıkları kemalizm vardı çöktü.
amerika vardı çöktü.
sırtlarını dayadıkları sovietler vardı evvelden çöktü.
şimdi bir tek ortada hanifler kaldı.
haniflere söven kim?
Hak Teala düşmanları.
işte apaçık ortadalar.
artık
yinede hakikati tasdik etmeyecekmisiniz.
işte!
şirkinizi apaçıkta bırakmadık mı?
hala yanlış yoldan dönmeyecekmisiniz?
misali kıyamet koptu hala
ve hala
Hakka teslim olmayacakmısız?
biz de o halde
Efendimizin(SAV)yüce şanına
yemin olsun ki
yemin olsun ki
bu halinize çatır çatır şahitlik edeceğiz.
ashabı nardan olacaksınız.
*
ötekiler çöktü
firavunlar çığlak artık.
ötekiler ile firavunlar aynı.
söverek siyaset yaptıkları kemalizm vardı çöktü.
amerika vardı çöktü.
sırtlarını dayadıkları sovietler vardı evvelden çöktü.
şimdi bir tek ortada hanifler kaldı.
haniflere söven kim?
Hak Teala düşmanları.
işte apaçık ortadalar.
artık
yinede hakikati tasdik etmeyecekmisiniz.
işte!
şirkinizi apaçıkta bırakmadık mı?
hala yanlış yoldan dönmeyecekmisiniz?
misali kıyamet koptu hala
ve hala
Hakka teslim olmayacakmısız?
biz de o halde
Efendimizin(SAV)yüce şanına
yemin olsun ki
yemin olsun ki
bu halinize çatır çatır şahitlik edeceğiz.
ashabı nardan olacaksınız.
*
15.10.2008
Niyeti Çıplak Bırakmak
*
savaşı kazanmak demektir.
çıplak niyet iki kapı açar,
biri tevbe
biri zorbalıkta inat.
hemde çıplak çıplak
aleni zorba
hor ve hakir kalacak
çıplak çıplak yanacak.
azap
birazı burda
kalanı ebedi azap
hemde ne azap.
mükemmel ceza.
*
savaşı kazanmak demektir.
çıplak niyet iki kapı açar,
biri tevbe
biri zorbalıkta inat.
hemde çıplak çıplak
aleni zorba
hor ve hakir kalacak
çıplak çıplak yanacak.
azap
birazı burda
kalanı ebedi azap
hemde ne azap.
mükemmel ceza.
*
29.09.2008
halk anlar
*
halkın şiirden anlamadığından yakınan şikayetler okuyorum.. hemen şunu belirtmek gerekir ki, asla böyle birşey varid değildir.. şiir diye ileri sürülen bugünkü anlamsız tuhaf lâkırdıları ciddiye almıyorsa bunun suçu halkta değildir.. yahya kemal'in, ahmet haşim'in, mehmet emin'in, orhan seyfi'nin şiirlerine; daha gençlere gelelim, arif nihat asya'lara, enis behiç'lere, kemalettin kâmi'lere, bekir sıtkı erdoğan'a bu halk bîgane mi kalmıştır? faruk nafiz'leri, ömer bedrettin'leri, ilkokuldan başka mektep yüzü görmemiş olanlar da seve seve okumamış mıdır? hele bir miktar orta ve lise tahsili görenler ahmet haşim'i tevfik fikret'i ezberlememiş midir? demek ki suç halkta değildir.. suç halkın ruhuna hitabetmesini bilmeyen şairlerdedir.. daha doğrusu gerçek şair olmayan şairlerdedir.. necip fazıl'ın, mehmet akif'in, arif nihat'ın şiirlerinden, bu milletin ümmî olanları bile zevk almıştır, seve seve dinlemişlerdir.. ahmet haşim'in şiirinde açık bir mânâ mı vardır? mânâ yoktur ama müzik vardır, âhenk vardır.. şuuraltı, şuurüstü, gerçeküstü hayalleri, fikirleri, duyguları söylüyoruz diye, ne mânâ ne de âhenk ve ses güzelliğine ulaşamıyan tuhaf sözleri insanların gönlüne şiir diye kabul ettiremezsiniz.. “şiir kalp çarpıntısı yapan söz”dür.. kılıç gibi keskin olmalıdır.. insan o mısraları, beyitleri duyunca çarpılmış gibi olacak.. yâ sevinçten uçacak, yahut hüzünle me'yus olacak; yahut yüce bir ideale kapılarak yollara düşecek.. hani nerede o şiir.. halkın gençliğin milletin önüne bu şiiri, gerçek şiiri koyun bakalım da eğer ilgilenmezse ondan sonra sitem edin, ondan sonra itham edin.. haksız mıyım dersiniz?..
Osman Akkuşak-yeni safak
*
halkın şiirden anlamadığından yakınan şikayetler okuyorum.. hemen şunu belirtmek gerekir ki, asla böyle birşey varid değildir.. şiir diye ileri sürülen bugünkü anlamsız tuhaf lâkırdıları ciddiye almıyorsa bunun suçu halkta değildir.. yahya kemal'in, ahmet haşim'in, mehmet emin'in, orhan seyfi'nin şiirlerine; daha gençlere gelelim, arif nihat asya'lara, enis behiç'lere, kemalettin kâmi'lere, bekir sıtkı erdoğan'a bu halk bîgane mi kalmıştır? faruk nafiz'leri, ömer bedrettin'leri, ilkokuldan başka mektep yüzü görmemiş olanlar da seve seve okumamış mıdır? hele bir miktar orta ve lise tahsili görenler ahmet haşim'i tevfik fikret'i ezberlememiş midir? demek ki suç halkta değildir.. suç halkın ruhuna hitabetmesini bilmeyen şairlerdedir.. daha doğrusu gerçek şair olmayan şairlerdedir.. necip fazıl'ın, mehmet akif'in, arif nihat'ın şiirlerinden, bu milletin ümmî olanları bile zevk almıştır, seve seve dinlemişlerdir.. ahmet haşim'in şiirinde açık bir mânâ mı vardır? mânâ yoktur ama müzik vardır, âhenk vardır.. şuuraltı, şuurüstü, gerçeküstü hayalleri, fikirleri, duyguları söylüyoruz diye, ne mânâ ne de âhenk ve ses güzelliğine ulaşamıyan tuhaf sözleri insanların gönlüne şiir diye kabul ettiremezsiniz.. “şiir kalp çarpıntısı yapan söz”dür.. kılıç gibi keskin olmalıdır.. insan o mısraları, beyitleri duyunca çarpılmış gibi olacak.. yâ sevinçten uçacak, yahut hüzünle me'yus olacak; yahut yüce bir ideale kapılarak yollara düşecek.. hani nerede o şiir.. halkın gençliğin milletin önüne bu şiiri, gerçek şiiri koyun bakalım da eğer ilgilenmezse ondan sonra sitem edin, ondan sonra itham edin.. haksız mıyım dersiniz?..
Osman Akkuşak-yeni safak
*
23.09.2008
Şehirlerde Ölürken
*
Doğanın kucağına kaçmıştı Van Gogh
En çok ölümü tatmak için
Soran olsaydı saymadım diyecekti
Kaç kere öldüm
Kaç kere bağladım şehirleri birbirlerine
Portrelerini çizdiklerimden aldım
Sizin vermekten korktuğunuz şeyi
Gördükçe şehirlere uzak yüzünü Van Gogh’un
Kulağımı kesip aynalar dolaştım
Konuşmak için kendimle
Ölümler üzerine
Şiirler yazarım diye düşündüm
İstanbul’a yolum düşünce
İstanbul çünkü kabartırdı
Deniz gibi özümün en derin damarlarını
Damarlarım çatlayacak olunca
Dönerdim ancak
Ankara’ya
Pis
İsli
Sisli
Beton olmuş duygular
Üşüşürdü buradayken
Bağlayamazdı Van Gogh
İstanbul’u Ankara’yı
Gönderen muhammet taha harun aslan zaman:
Çarşamba, Kasım 22, 2006)
*
Doğanın kucağına kaçmıştı Van Gogh
En çok ölümü tatmak için
Soran olsaydı saymadım diyecekti
Kaç kere öldüm
Kaç kere bağladım şehirleri birbirlerine
Portrelerini çizdiklerimden aldım
Sizin vermekten korktuğunuz şeyi
Gördükçe şehirlere uzak yüzünü Van Gogh’un
Kulağımı kesip aynalar dolaştım
Konuşmak için kendimle
Ölümler üzerine
Şiirler yazarım diye düşündüm
İstanbul’a yolum düşünce
İstanbul çünkü kabartırdı
Deniz gibi özümün en derin damarlarını
Damarlarım çatlayacak olunca
Dönerdim ancak
Ankara’ya
Pis
İsli
Sisli
Beton olmuş duygular
Üşüşürdü buradayken
Bağlayamazdı Van Gogh
İstanbul’u Ankara’yı
Gönderen muhammet taha harun aslan zaman:
Çarşamba, Kasım 22, 2006)
*
13.09.2008
Samimi Özgeçmiş
*
kısa özgeçmiş,
Adım Taha Harun Aslan. 1982 Ankara doğumluyum. İlkokulu Ankara Yeşilöz İlköğretim Okulunda, liseyi Ankara Kurtuluş Lisesi’nde okudum. 1999 yılında üniversite sınavlarına girip Kırıkkale Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünü kazandım. 2001 yılında okulumun, Kırıkkale’nin, hocalarımın ve bölümümün durumu hasebiyle ikinci sınıfta okulu bırakıp tekrar sınava hazırlanmayı tercih ettim. Tekrar hazırlanıp 2002’de üniversite sınavına girdim ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler(burslu) bölümünü kazandım. Bir yıl hazırlık okuduktan sonra bölümüme başladım. Çeşitli aksaklıklar sonucu birkaç dönem okulu uzatmak durumunda kalmam hasebiyle şu an dördüncü sınıftayım. İnşallah bu sene mezun olmayı ümidetmekteyim.
Otobiyografik Özgeçmiş,
1982 yılında Efendimiz Muhammed Mustafa(SAV)’in doğum gününde Ankara Çubuk’ta doğmuşum. Daha sonraları acaba ailem doğum tarihimi bilerek mi Efendimizin(SAV) doğum tarihiyle aynı tarihe yazdırdılar diye sorup soruşturduğumda, hakikaten o tarihte doğmanın bana nasip olduğunu anladım. Böylesine güzel bir başlangıç herhalde herkese nasip olmaz. Çocukluğumun hepsi Ankara’nın ilçeleri olan Çubuk, Keçiören muhitlerinde geçti. Ankara’nın kuru kasvetli olduğu bu yıllarda bu muhitler nispeten yumuşak, neşeli sayılırdı. Buralarda daha çok Anadolu’nun çeşitli illerinden göç edenler ve Ankara’nın yerlileri yaşamakta olması nedeniyle devletin o yıllardaki kasvetli ve sert yapısının tam anlamıyla hayata yansımadığı, Anadolulu insanlar tarafında kırıldığı yerlerdi. Bir anlamda ve belki de tam anlamda şu an Çankaya’yı çevreleyen, kuşatan ve hatta iktidarı ele geçirip onu sağlamlaştırma yolunda olan “çevre”nin o zamanki Ankara’da nüvesi bu ve bunun gibi birkaç ilçeydi. Bu ilçelerde yetişmemin bir yararı da aristokratik kibir ve devlet bürokrasisinin halka bakışından uzak mütevazi bir ilk gençlik yaşamış olmaktı. Aynı zamanda bu devlet aygıtının ne için kullanıldığını dışardan halkın gözüyle görebilme ve bunun sonuçlarının yıkıcılığına tanık olma fırsatım oldu. Ve bu sıkıntıların düzeltilmesi gerektiğine dair sağlam bir dert o yıllarda gönlümüzde yer etti.
Ortaokulu imam hatip lisesinde Solfasol’da okudum. Hacı bayram velinin yıllar önce ikamet ettiği ve talebe yetiştirdiği ve bir yerdi burası. Hem bu manevi atmosfer hem de o yıllarda revaçta olan ve bizimde içinde yetiştiğimiz bir akım söz konusuydu. İslamcılık olarak adlandırılan bu dalga hasebiyle sosyal ve entelektüel anlamda içinde bulunduğum çevrede bir canlılık göze çarpmaktaydı. Hem bu manevi atmosferi hem de bu modern dalgalanmayı cem etmemiz bir zorunluluktu. Yani İslamcı iddialara samimiyetle sahip çıkmamız gerekiyordu. Yani burada samimiyet Hacı Bayram Veli damarına bağlanmayı ve aynı zamanda İslamcı iddiaları benimsemek, Asrı Saadetin ihyası doğrultusunda her alanda bir ıslahatın zorunluluğuna inançla bağlanmayı gerektiriyordu. Bu modern İslamcı dalganın içinden, cevherlerinde deccallerinde çıkma potansiyeli ta o zamandan aşikardı. Ve zamanla gördük ki bu İslamcı tarla-dalga ekseriyetle deccal yetiştirmiş.
Ortaokulda Bizim Dergi adında küçük amatör bir dergi çıkarmak nasip oldu. O zaman hem modern Avrupa entelektüel birikimine, sanatına, felsefesine uzanan bir yelpaze vardı. Hatta solcu Kemalist birikimden bile faydalanan bir çerçeve. Bizde bu minvalde bu kütüphanelerden ve bu entelektüel sosyal canlılık dalgasından böylece nasibimizi almış oluyorduk. O yaşta küçükte olsa bir derginin sorumluluğunu almak çok öğretici ve güzeldi. Bir işi benimsediğimizde yaşımız küçükte olsa yapabileceklerimizi bize göstermesi bakımından manidardır da bu dergi. Bu derginin hiç bir nüshasının elimizde olmaması üzücü de olsa onun mahiyeti bizimledir halen. Bu mahiyet, derginin herhangi bir nüshasından daha güzel ve önemli bize göre. Derginin genel işleri yanında, giriş sunuş yazıları ve öykü-şiir yazarak bir süre bu fotokopi-basım işiyle ilgilendik.
Liseyi Ankara Kurtuluş Lisesinde okuma fikri babama aittir ve bizde buna itiraz etmemişizdir. Birazda şehri öğren diyerek gönderildiğim Kurtuluş Lisesi, imam hatipten gelen bir öğrenci için ve zaten ergenlik çağını yaşayan bir ilk-genç için ne derece zordur anlayabilirsiniz. Diğer bir takım zorluklarda bizimleydi bunun yanında. Bambaşka bir sosyal çevre ve arkadaş profili vardı mesela. Buna benzer sorunlar yanında Ankara’nın merkezinde üç yıl okumuş ve bu zaman zarfında entelektüel-düşünsel gelişiminde Hece dergisi ve etrafındaki oluşumdan ve bu cenahın ileri gelenleri olarak Nuri Pakdil, Sezai Karakoç, İsmet Özel gibi düşünürlerle bağ kurmuş olarak o yılları geçirmek bize daha sonraları çok değişik kapılar açacaktır. Evvela bu düşünürlerin samimiyetle benimsenmiş olmasına rağmen ahirinde bu düşünürlerin tamamen modern ve ne asrı-saadetle ne hacı bayram veli damarıyla samimi değil menfi bir bağ kurdukları iyice anlaşılmıştır. Ve İslamcılık tarafımızdan daha sonra “Deccaliyet” olarak adlandırılmıştır. “Deccaliyet” tanımlaması “cahiliye devri” tanımlamasından kapsam olarak daha geniş, ve derindir. Yani Efendimiz(SAV) zamanında cereyan eden putperestlik ve cahiliye devri ile öz olarak aynı olmasına rağmen mahiyeti, derinliği, boyutları, kapsamı, nüfuziyeti, yetkinliği bakımından daha güçlü, konsantre ve asrı saadetten buyana ki tecrübelerden de faydalanan, şerrini incelten, onu sanat haline getiren, onu ilmik -ilmik işleyen, her öze nüfuz etmeye çalışan, hakikati örten değil adeta bürüyen ve onu boğmak için elindeki geniş tarihi-dini-modern imkanların hepsinden alabildiğine faydalanan bir akımdır. İşte içinde yetiştiğimiz bu akımın şerrinden bizi koruyan Rabbimiz Allah’a sonsuz hamdü-senalar ederiz.
Bu açıdan Ankara’yı hakikaten bu sosyal entelektüel boyutlarıyla tanımaya devam ederken bu sefer Kırıkkale de bunun Anadolu boyutunu ve üniversite boyutunu tanımak da imkanlarıyla 1999’da Kamu Yönetimi Bölümünü kazanarak okumaya başladım. Kırıkkale’de kendimin ne olduğu kafama çokça takıldı ve bu İslamcı cenahla muazzam akli kalbi bağlarımız olmasına rağmen kendimizi Müslüman olarak tanımladık ve inşallah bunun gereklerini yerine getirmeye çalıştık. Kırıkkale’nin güzel bulunmamış olmasının sebebi çoktur. Belki sabredilse bir sevgi bağı kurulabilecek olan Kırıkkale’ye iki yıl sabredip tercihi okulu bırakıp tekrar üniversiteye hazırlanma yolunda kullanmamızda ümidediyoruz ki bizim bilmediğimiz hayırlar vardır. Yada Rabbimiz(C.C.) hatalarımızı telafi eder.
İstanbul bizim en çok sevdiğimiz şehirler arasında Medine’den sonra gelmektedir. İlki Mekke ikincisi Küdüs’tür. Küdüs’ü sevmemizin hiçbir ideolojik arka planı yoktur. Tamamen Allah’ın Peygamberlerini hiçbirini birinden ayırmadan sevmemizden ötürüdür. Efendimizin Miraçtan evvel tüm peygamberlere imamlık yaptığı mukaddes evdir Kudüs. İşte bu sevdiğimiz şehirler içinde müstesna bir yerde bulunan bu mübarek, İslam’ın her zerresine maddi manevi işlenmiş olduğu bu güzel şehre gelmek bizim için karanlıktan aydınlığa, çirkinden güzele bir yolculuk olmuştur ve halen devam etmektedir elhamdülillah.
Bilgi Üniversitesi’nde okumaksa bir Müslüman için, Türkiye’nin AB’ye girişi gibidir. Hesaplaşması gereken muazzam çoklukta şeyin yanında, sakınılması gereken de, çok ince işlenmiş, Avrupai ve bu toprakların tecrübesiyle de sağlamlaştırılmış akli kalbi şerler vardır. Aristo ve Platon damarıyla ayakta duran ve pek çok şeyle zenginleşen modern Avrupa kültürünü bu topraklara nefsanî bir damarla transfer etmek isteyen bir cenahın içinde bulunmak demektir bu başlangıç.
Biz onların yaptığını Rahmani bir damarla yapmak istediğimizden onların birikimlerinden alabildiğine faydalandık ve onların Hakka karşı geliştirdikleri akli ve nefsanî şeylerle hep mücadele ettik ve bu bizi Rabbimize daha da yaklaştırdı ve bizi zenginleştirdikçe zenginleştirdi. Elhamdülillah. Rahmani bir damarla modern tecrübe, önce onunla hesaplaşılarak, ve sonra mahiyeti temizlenip, Kuran ve sünnetle ıslah edilerek veya yeniden bu kendi öz kaynaklarımıza göre yeniden tanımlayarak bu topraklara taşınabilinir. Böylece modernizme varis olunabileceğine kaniyiz.
Bu süre zarfında çeşitli nedenlerden okulumuza birkaç dönem ara vermek durumunda oluşumuz ise insan olmamızdan ileri gelmektedir.
Bundan sonrasında ise rızkımızı helalinden kazanabileceğimiz ve aynı zamanda halka hizmeti Hak Tela’nın rızası için yapacağımız bir iş bulmaktır. Bulduğumuz işi benimsememiz yukarıdaki şarta bağlıdır. İnsanlara ne kadar faydalı olma durumu, imkanı varsa işin, bizde onu o kadar benimseriz. Ve benimsediğimiz bir iş için can hıraş ve ibadet aşkıyla çalışırız. Ve benimsemezsek benimseyebileceğimiz şartları sağlamaya, dilimizle ve elimizle ıslah etmeye çalışırız; edemezsek orayı terk ederiz. vesselam.
kısa özgeçmiş,
Adım Taha Harun Aslan. 1982 Ankara doğumluyum. İlkokulu Ankara Yeşilöz İlköğretim Okulunda, liseyi Ankara Kurtuluş Lisesi’nde okudum. 1999 yılında üniversite sınavlarına girip Kırıkkale Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünü kazandım. 2001 yılında okulumun, Kırıkkale’nin, hocalarımın ve bölümümün durumu hasebiyle ikinci sınıfta okulu bırakıp tekrar sınava hazırlanmayı tercih ettim. Tekrar hazırlanıp 2002’de üniversite sınavına girdim ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler(burslu) bölümünü kazandım. Bir yıl hazırlık okuduktan sonra bölümüme başladım. Çeşitli aksaklıklar sonucu birkaç dönem okulu uzatmak durumunda kalmam hasebiyle şu an dördüncü sınıftayım. İnşallah bu sene mezun olmayı ümidetmekteyim.
Otobiyografik Özgeçmiş,
1982 yılında Efendimiz Muhammed Mustafa(SAV)’in doğum gününde Ankara Çubuk’ta doğmuşum. Daha sonraları acaba ailem doğum tarihimi bilerek mi Efendimizin(SAV) doğum tarihiyle aynı tarihe yazdırdılar diye sorup soruşturduğumda, hakikaten o tarihte doğmanın bana nasip olduğunu anladım. Böylesine güzel bir başlangıç herhalde herkese nasip olmaz. Çocukluğumun hepsi Ankara’nın ilçeleri olan Çubuk, Keçiören muhitlerinde geçti. Ankara’nın kuru kasvetli olduğu bu yıllarda bu muhitler nispeten yumuşak, neşeli sayılırdı. Buralarda daha çok Anadolu’nun çeşitli illerinden göç edenler ve Ankara’nın yerlileri yaşamakta olması nedeniyle devletin o yıllardaki kasvetli ve sert yapısının tam anlamıyla hayata yansımadığı, Anadolulu insanlar tarafında kırıldığı yerlerdi. Bir anlamda ve belki de tam anlamda şu an Çankaya’yı çevreleyen, kuşatan ve hatta iktidarı ele geçirip onu sağlamlaştırma yolunda olan “çevre”nin o zamanki Ankara’da nüvesi bu ve bunun gibi birkaç ilçeydi. Bu ilçelerde yetişmemin bir yararı da aristokratik kibir ve devlet bürokrasisinin halka bakışından uzak mütevazi bir ilk gençlik yaşamış olmaktı. Aynı zamanda bu devlet aygıtının ne için kullanıldığını dışardan halkın gözüyle görebilme ve bunun sonuçlarının yıkıcılığına tanık olma fırsatım oldu. Ve bu sıkıntıların düzeltilmesi gerektiğine dair sağlam bir dert o yıllarda gönlümüzde yer etti.
Ortaokulu imam hatip lisesinde Solfasol’da okudum. Hacı bayram velinin yıllar önce ikamet ettiği ve talebe yetiştirdiği ve bir yerdi burası. Hem bu manevi atmosfer hem de o yıllarda revaçta olan ve bizimde içinde yetiştiğimiz bir akım söz konusuydu. İslamcılık olarak adlandırılan bu dalga hasebiyle sosyal ve entelektüel anlamda içinde bulunduğum çevrede bir canlılık göze çarpmaktaydı. Hem bu manevi atmosferi hem de bu modern dalgalanmayı cem etmemiz bir zorunluluktu. Yani İslamcı iddialara samimiyetle sahip çıkmamız gerekiyordu. Yani burada samimiyet Hacı Bayram Veli damarına bağlanmayı ve aynı zamanda İslamcı iddiaları benimsemek, Asrı Saadetin ihyası doğrultusunda her alanda bir ıslahatın zorunluluğuna inançla bağlanmayı gerektiriyordu. Bu modern İslamcı dalganın içinden, cevherlerinde deccallerinde çıkma potansiyeli ta o zamandan aşikardı. Ve zamanla gördük ki bu İslamcı tarla-dalga ekseriyetle deccal yetiştirmiş.
Ortaokulda Bizim Dergi adında küçük amatör bir dergi çıkarmak nasip oldu. O zaman hem modern Avrupa entelektüel birikimine, sanatına, felsefesine uzanan bir yelpaze vardı. Hatta solcu Kemalist birikimden bile faydalanan bir çerçeve. Bizde bu minvalde bu kütüphanelerden ve bu entelektüel sosyal canlılık dalgasından böylece nasibimizi almış oluyorduk. O yaşta küçükte olsa bir derginin sorumluluğunu almak çok öğretici ve güzeldi. Bir işi benimsediğimizde yaşımız küçükte olsa yapabileceklerimizi bize göstermesi bakımından manidardır da bu dergi. Bu derginin hiç bir nüshasının elimizde olmaması üzücü de olsa onun mahiyeti bizimledir halen. Bu mahiyet, derginin herhangi bir nüshasından daha güzel ve önemli bize göre. Derginin genel işleri yanında, giriş sunuş yazıları ve öykü-şiir yazarak bir süre bu fotokopi-basım işiyle ilgilendik.
Liseyi Ankara Kurtuluş Lisesinde okuma fikri babama aittir ve bizde buna itiraz etmemişizdir. Birazda şehri öğren diyerek gönderildiğim Kurtuluş Lisesi, imam hatipten gelen bir öğrenci için ve zaten ergenlik çağını yaşayan bir ilk-genç için ne derece zordur anlayabilirsiniz. Diğer bir takım zorluklarda bizimleydi bunun yanında. Bambaşka bir sosyal çevre ve arkadaş profili vardı mesela. Buna benzer sorunlar yanında Ankara’nın merkezinde üç yıl okumuş ve bu zaman zarfında entelektüel-düşünsel gelişiminde Hece dergisi ve etrafındaki oluşumdan ve bu cenahın ileri gelenleri olarak Nuri Pakdil, Sezai Karakoç, İsmet Özel gibi düşünürlerle bağ kurmuş olarak o yılları geçirmek bize daha sonraları çok değişik kapılar açacaktır. Evvela bu düşünürlerin samimiyetle benimsenmiş olmasına rağmen ahirinde bu düşünürlerin tamamen modern ve ne asrı-saadetle ne hacı bayram veli damarıyla samimi değil menfi bir bağ kurdukları iyice anlaşılmıştır. Ve İslamcılık tarafımızdan daha sonra “Deccaliyet” olarak adlandırılmıştır. “Deccaliyet” tanımlaması “cahiliye devri” tanımlamasından kapsam olarak daha geniş, ve derindir. Yani Efendimiz(SAV) zamanında cereyan eden putperestlik ve cahiliye devri ile öz olarak aynı olmasına rağmen mahiyeti, derinliği, boyutları, kapsamı, nüfuziyeti, yetkinliği bakımından daha güçlü, konsantre ve asrı saadetten buyana ki tecrübelerden de faydalanan, şerrini incelten, onu sanat haline getiren, onu ilmik -ilmik işleyen, her öze nüfuz etmeye çalışan, hakikati örten değil adeta bürüyen ve onu boğmak için elindeki geniş tarihi-dini-modern imkanların hepsinden alabildiğine faydalanan bir akımdır. İşte içinde yetiştiğimiz bu akımın şerrinden bizi koruyan Rabbimiz Allah’a sonsuz hamdü-senalar ederiz.
Bu açıdan Ankara’yı hakikaten bu sosyal entelektüel boyutlarıyla tanımaya devam ederken bu sefer Kırıkkale de bunun Anadolu boyutunu ve üniversite boyutunu tanımak da imkanlarıyla 1999’da Kamu Yönetimi Bölümünü kazanarak okumaya başladım. Kırıkkale’de kendimin ne olduğu kafama çokça takıldı ve bu İslamcı cenahla muazzam akli kalbi bağlarımız olmasına rağmen kendimizi Müslüman olarak tanımladık ve inşallah bunun gereklerini yerine getirmeye çalıştık. Kırıkkale’nin güzel bulunmamış olmasının sebebi çoktur. Belki sabredilse bir sevgi bağı kurulabilecek olan Kırıkkale’ye iki yıl sabredip tercihi okulu bırakıp tekrar üniversiteye hazırlanma yolunda kullanmamızda ümidediyoruz ki bizim bilmediğimiz hayırlar vardır. Yada Rabbimiz(C.C.) hatalarımızı telafi eder.
İstanbul bizim en çok sevdiğimiz şehirler arasında Medine’den sonra gelmektedir. İlki Mekke ikincisi Küdüs’tür. Küdüs’ü sevmemizin hiçbir ideolojik arka planı yoktur. Tamamen Allah’ın Peygamberlerini hiçbirini birinden ayırmadan sevmemizden ötürüdür. Efendimizin Miraçtan evvel tüm peygamberlere imamlık yaptığı mukaddes evdir Kudüs. İşte bu sevdiğimiz şehirler içinde müstesna bir yerde bulunan bu mübarek, İslam’ın her zerresine maddi manevi işlenmiş olduğu bu güzel şehre gelmek bizim için karanlıktan aydınlığa, çirkinden güzele bir yolculuk olmuştur ve halen devam etmektedir elhamdülillah.
Bilgi Üniversitesi’nde okumaksa bir Müslüman için, Türkiye’nin AB’ye girişi gibidir. Hesaplaşması gereken muazzam çoklukta şeyin yanında, sakınılması gereken de, çok ince işlenmiş, Avrupai ve bu toprakların tecrübesiyle de sağlamlaştırılmış akli kalbi şerler vardır. Aristo ve Platon damarıyla ayakta duran ve pek çok şeyle zenginleşen modern Avrupa kültürünü bu topraklara nefsanî bir damarla transfer etmek isteyen bir cenahın içinde bulunmak demektir bu başlangıç.
Biz onların yaptığını Rahmani bir damarla yapmak istediğimizden onların birikimlerinden alabildiğine faydalandık ve onların Hakka karşı geliştirdikleri akli ve nefsanî şeylerle hep mücadele ettik ve bu bizi Rabbimize daha da yaklaştırdı ve bizi zenginleştirdikçe zenginleştirdi. Elhamdülillah. Rahmani bir damarla modern tecrübe, önce onunla hesaplaşılarak, ve sonra mahiyeti temizlenip, Kuran ve sünnetle ıslah edilerek veya yeniden bu kendi öz kaynaklarımıza göre yeniden tanımlayarak bu topraklara taşınabilinir. Böylece modernizme varis olunabileceğine kaniyiz.
Bu süre zarfında çeşitli nedenlerden okulumuza birkaç dönem ara vermek durumunda oluşumuz ise insan olmamızdan ileri gelmektedir.
Bundan sonrasında ise rızkımızı helalinden kazanabileceğimiz ve aynı zamanda halka hizmeti Hak Tela’nın rızası için yapacağımız bir iş bulmaktır. Bulduğumuz işi benimsememiz yukarıdaki şarta bağlıdır. İnsanlara ne kadar faydalı olma durumu, imkanı varsa işin, bizde onu o kadar benimseriz. Ve benimsediğimiz bir iş için can hıraş ve ibadet aşkıyla çalışırız. Ve benimsemezsek benimseyebileceğimiz şartları sağlamaya, dilimizle ve elimizle ıslah etmeye çalışırız; edemezsek orayı terk ederiz. vesselam.
5.09.2008
Oruç insanı tutar
*
…Ve özgürleştirir insanı.
İşte önümde sigara...
Ve bir şey yapamıyorum. Bir tane bile yakamıyorum. Oruç, tutuyor beni.
Orucun ilk günü üstelik de... Öyle kolay değildir orucun ilk günleri sigara mahkûmları için.
Ama sigara içemediğim için bir sıkıntı, bir problem yaşamıyorum. Tuttuğum için tutuyor beni oruç...
* * *
Bir ibadet olarak oruç, mümin'in Rabbine yönelmesidir. Her ibadet gibi Rabbiyle ontolojik bir temasa geçmesidir. Ne büyük bir asalet, ne büyük bir imtiyaz bu böyle!
Her ibadet gibi oruç da bir kulluktur; insanın kul olduğunu hatırlamasıdır.
Kulluk, özgürleşmektir. Kul olmayan, kulluğunun şuurunda olmayan insanlar, özgürlüklerini yitirirler; kâh kula kul olurlar, kâh kulun yapıp ettiklerine, kâh dünyaya, dünyadaki her şeye, kâh nefislerine, nefislerinin arızî arzularına ve arızalarına...
Ama hakka kul olmayan insan, hakikati göremez; en zayıf şeylere de, en güçlü şeylere de kul-köle olur da farkedemez bile bunu.
İşte oruç, insana her şeyden önce kulluğunu hatırlatır. Hakka kul olmadığı takdirde kolaylıkla her şeyin kulu olacağını; tıpkı Kitabımız gibi, tıpkı tarihin büyük peygamberleri, bilge kişileri, çağımızın düşünürleri, sanatçıları gibi, örneğin romanın zirve'si Dostoyevski veya psikanalizin zirvelerinde gezinen Lacan gibi...
Seküler hayat, insanı özgürleştirmek adına her şeyin kulu kılar: Hızların, hazların ve arzuların kulu-kölesi. Oysa hızların, hazların ve arzuların peşinden koşmak özgürleşmek değildir; hızların, hazların ve arzuların peşinden koşmaktır sadece. Aslında bütün bunlar birer kaçıştır; insanın iradesinin boşalması ve özgürlükten kaçış biçimleri… İnsanın kendisinden kaçması; sorumluluklarından kaçması, kulluğundan kaçması. Sonuçta, Rabbine kul olacağına, Rabbinin kullarının kullarına kul olması.
Seküler / Batılı hayat, ruhu yok eder; ruhun yerine şeytanı ikame eder; iyi'yle kötü'yü, şeytan'la Tanrı'yı eşitler. Hâl böyle olunca, böyle bir ortamda ruh, sırra kadem basar. Ruhu yok olan insan, her şeyin kulu-kölesi olmaktan kendini kurtaramaz.
Bütün diğer ibadet biçimleri gibi oruç da, insanın ruhunu özgürleştirir. İnsanın ruhu özgürleşince nefsi de özgürleşir; ruh özgürlüğüne kavuşunca, nefsi kurucu bir iradeyle donatır ve hem bir "şems" (güneş) olacak, hem de Şems'ini bulacak, güneşten istifade edebilecek bir aziz varlığa dönüştürür insanı.
İnsan, vareden bir varlık değil, Vareden tarafından varedilen bir varlıktır. İnsandaki varedenlik husûsiyeti, varedilen'den varedebilen olmasında gizlidir.
İnsan, yaratan değil yaratılandır. Rabb değil, kuldur. Kul, âbid demektir. Abideleri kuran odur: Önce ruh âbidesini, içinin, iç dünyasının sarayını kurabilmelidir insan.
Rabbine kulluğunu yitiren, kul olmayan insan, her şeyin kölesi olur. Bu kaçınılmazdır. İnsan ya kul olur; ya da köle. İyi bir kul olmak da, köle olmak da insanın elindedir.
İradesi insana, insanın eline verilmiştir. Ama insan, kulluğunu / ruhunu yitirdiği zaman iradesini de yitirir. İşte oruç, insanın iradesini hatırlatır insana: İnsanı aç tutarak, susuz tutarak, her türlü şerden, kötülükten uzak tutarak hatırlatır iradesini: Olağanüstü şeylerden uzak tutarak değil, en olağan, en alelade ile yapar.
Ve en alelâde'den muhteşem bir fevkalâde çıkarır: İnsanı, alelâdelerden kurtarır ve yine bu alelâdeler aracılığıyla fevkalâdeye ulaştırır.
Sözün özü, oruç, insanı muhteşem bir irade / varoluş sınavından geçirerek insana kulluğunu / ruhunu, dolayısıyla iradesini ve özgürlüğünü armağan eder.
yusuf kaplan-yenişafak
*
…Ve özgürleştirir insanı.
İşte önümde sigara...
Ve bir şey yapamıyorum. Bir tane bile yakamıyorum. Oruç, tutuyor beni.
Orucun ilk günü üstelik de... Öyle kolay değildir orucun ilk günleri sigara mahkûmları için.
Ama sigara içemediğim için bir sıkıntı, bir problem yaşamıyorum. Tuttuğum için tutuyor beni oruç...
* * *
Bir ibadet olarak oruç, mümin'in Rabbine yönelmesidir. Her ibadet gibi Rabbiyle ontolojik bir temasa geçmesidir. Ne büyük bir asalet, ne büyük bir imtiyaz bu böyle!
Her ibadet gibi oruç da bir kulluktur; insanın kul olduğunu hatırlamasıdır.
Kulluk, özgürleşmektir. Kul olmayan, kulluğunun şuurunda olmayan insanlar, özgürlüklerini yitirirler; kâh kula kul olurlar, kâh kulun yapıp ettiklerine, kâh dünyaya, dünyadaki her şeye, kâh nefislerine, nefislerinin arızî arzularına ve arızalarına...
Ama hakka kul olmayan insan, hakikati göremez; en zayıf şeylere de, en güçlü şeylere de kul-köle olur da farkedemez bile bunu.
İşte oruç, insana her şeyden önce kulluğunu hatırlatır. Hakka kul olmadığı takdirde kolaylıkla her şeyin kulu olacağını; tıpkı Kitabımız gibi, tıpkı tarihin büyük peygamberleri, bilge kişileri, çağımızın düşünürleri, sanatçıları gibi, örneğin romanın zirve'si Dostoyevski veya psikanalizin zirvelerinde gezinen Lacan gibi...
Seküler hayat, insanı özgürleştirmek adına her şeyin kulu kılar: Hızların, hazların ve arzuların kulu-kölesi. Oysa hızların, hazların ve arzuların peşinden koşmak özgürleşmek değildir; hızların, hazların ve arzuların peşinden koşmaktır sadece. Aslında bütün bunlar birer kaçıştır; insanın iradesinin boşalması ve özgürlükten kaçış biçimleri… İnsanın kendisinden kaçması; sorumluluklarından kaçması, kulluğundan kaçması. Sonuçta, Rabbine kul olacağına, Rabbinin kullarının kullarına kul olması.
Seküler / Batılı hayat, ruhu yok eder; ruhun yerine şeytanı ikame eder; iyi'yle kötü'yü, şeytan'la Tanrı'yı eşitler. Hâl böyle olunca, böyle bir ortamda ruh, sırra kadem basar. Ruhu yok olan insan, her şeyin kulu-kölesi olmaktan kendini kurtaramaz.
Bütün diğer ibadet biçimleri gibi oruç da, insanın ruhunu özgürleştirir. İnsanın ruhu özgürleşince nefsi de özgürleşir; ruh özgürlüğüne kavuşunca, nefsi kurucu bir iradeyle donatır ve hem bir "şems" (güneş) olacak, hem de Şems'ini bulacak, güneşten istifade edebilecek bir aziz varlığa dönüştürür insanı.
İnsan, vareden bir varlık değil, Vareden tarafından varedilen bir varlıktır. İnsandaki varedenlik husûsiyeti, varedilen'den varedebilen olmasında gizlidir.
İnsan, yaratan değil yaratılandır. Rabb değil, kuldur. Kul, âbid demektir. Abideleri kuran odur: Önce ruh âbidesini, içinin, iç dünyasının sarayını kurabilmelidir insan.
Rabbine kulluğunu yitiren, kul olmayan insan, her şeyin kölesi olur. Bu kaçınılmazdır. İnsan ya kul olur; ya da köle. İyi bir kul olmak da, köle olmak da insanın elindedir.
İradesi insana, insanın eline verilmiştir. Ama insan, kulluğunu / ruhunu yitirdiği zaman iradesini de yitirir. İşte oruç, insanın iradesini hatırlatır insana: İnsanı aç tutarak, susuz tutarak, her türlü şerden, kötülükten uzak tutarak hatırlatır iradesini: Olağanüstü şeylerden uzak tutarak değil, en olağan, en alelade ile yapar.
Ve en alelâde'den muhteşem bir fevkalâde çıkarır: İnsanı, alelâdelerden kurtarır ve yine bu alelâdeler aracılığıyla fevkalâdeye ulaştırır.
Sözün özü, oruç, insanı muhteşem bir irade / varoluş sınavından geçirerek insana kulluğunu / ruhunu, dolayısıyla iradesini ve özgürlüğünü armağan eder.
yusuf kaplan-yenişafak
*
25.08.2008
Asayı Musa(a.s.)
*
merhaba.
ben asayı Musa.
hep yaptığım gibi yaparım.
Rabbimin emriyle,
batılı yutarım,
hipnozu,
hakkı örteni,
eğip bükeni.
batılın zail oluşunda
sebep eylemişse Rabbim
neye eylemişse oyum.
sihri yutan asa,
asayı Musa benim.
müşriklerin içine girer
etkisiz kılar geçerim.
kokanı kokamaz,
etrafa haset saçanı saçamaz hale getirmeye kadir,
Hz. Musanın davarlarına yaprak çırptığı,
asayı Musa benim.
selam ederim.
birinizi görürsem zülmedenlerden bir zulmeden olarak
nerde ve her nerede olunursa olunulsun
bir emrullah ile yılan olup
batılı zail edecek olan benim.
*
merhaba.
ben asayı Musa.
hep yaptığım gibi yaparım.
Rabbimin emriyle,
batılı yutarım,
hipnozu,
hakkı örteni,
eğip bükeni.
batılın zail oluşunda
sebep eylemişse Rabbim
neye eylemişse oyum.
sihri yutan asa,
asayı Musa benim.
müşriklerin içine girer
etkisiz kılar geçerim.
kokanı kokamaz,
etrafa haset saçanı saçamaz hale getirmeye kadir,
Hz. Musanın davarlarına yaprak çırptığı,
asayı Musa benim.
selam ederim.
birinizi görürsem zülmedenlerden bir zulmeden olarak
nerde ve her nerede olunursa olunulsun
bir emrullah ile yılan olup
batılı zail edecek olan benim.
*
7.08.2008
Şairler Sorumsuz mudur?
*
tabiiki sorumludurlar. yaptığımız her amelden sorumlu olduğumuza göre, şöyle denebilir mi?
- Şairdir abi o, ondan hesap sorulur mu?
denemez tabi ve bu sorunun cevabı hemde ne sorulur olacaktır.
çünkü şiir şairin dna'sını verir ve onun varlığının diğer varlıklarla, ilimle, ilhamla, duygu ile, vicdan ile, aşk ile, sevgi ile, ve dahi varolan tüm unsurlarla içine girdiği iletişiminden, kurduğu bağdan damıttıkları ve bunları hangi niyetle kullandığına göre değişir.
öte yandan kendi durumu şiire yansıyacak ve okuruna nüfuz edecektir. kalbi akli nefsi durumu burda öne çıkar ve buradaki bir kirlilik önce şiirine yansır oradan okuruna nufuz eder ve onu kirletir.
dolayısıyla hem muazzam bir genişlik ve derinlik arzeden birikimi ne için kullandığından hemde şairliğinin ifası sırasında kendindeki bir kirliliğin şiir gibi kapsamlı ve etkili bir kanalla etrafa yayılacak ruhları gönülleri kirletecek olmasından muhakkak sorulacaklardır. ve sorgu onlar açısından ağır bir iş olacaktır.
hele akli kalbi nefsi olarak tamama yakın bir şirk ile hemhal bir şair bundan muhakkak Hak Teala tarafından sorulacaktır. zira o yaptığıyla kendini daha çok kirletmenin yanında başkalarının hem aklına hem nefsine hemde o mübarek gönüllere kir, muğlaklık, karamsarlık, deccallik boca etmektedir.
şairlerin filozoflardan üstün olduğu şu bakımdan doğrudur. biri akıl liderliğinde ilerler biri kalp. kalpte sezgi ilham öne çıkar. ve bu ikisi aklın ulaşamayacağı derinliklere girip çıkabilir, yükseklerde dolaşabilirler. işte bu muazzam olanağın nasıl kullanıldığından şairlerin sorguya çekilmeyeceği düşünülebilir mi?
bu olanakları kötüye kullananlar deccaldirler. karşılarındakini bu kabiliyet ve birikimle bürüyüp kendilerine tevdi etmek yönlendirmek isterler. ama hep satır arkalarında, bakışlarda ve süslü sözlerin altında. bu kafirliklerinin yani hakikikati örtmelerinin kapsamlı donanımlı oluşundandır. insana bahşolunana ne varsa hepsini o kirli amaçları için kullanırlar. dert kendilerine buyun eğdirmek, Hakka doğrulan doğru yolundan çevirmektir. bunlar şeytana liderlik eden şeytanların hizmetine girdikleri kötülükte ileri gidenlerdir. ve şairler bunlar arasında en çok öne geçenleri aralarında barındırırlar.
bu açıdan şairler, salihlerden iseler ve takva derecelerine göre alimler ve Peygamberler arasındadırlar. Rabbim Allah daha iyi bilir tabi. müşriklerden münafıklardan olanları ise cehennemin en alt tabakasındadırlar. o sanırım deccaliyet makamıdır.
yani şairler sorumludurlar ve birde bu dünyada onlara hesap sorabiliriz. zira bizi kirletme durumları olabilir. yani şairdir ne yapsa yeridir değil şairdir üzerine dikkatle eğilinir demek bizim açımızdan daha müttakiliğe yakışan bir tavır olacaktır.vesselam.
*
tabiiki sorumludurlar. yaptığımız her amelden sorumlu olduğumuza göre, şöyle denebilir mi?
- Şairdir abi o, ondan hesap sorulur mu?
denemez tabi ve bu sorunun cevabı hemde ne sorulur olacaktır.
çünkü şiir şairin dna'sını verir ve onun varlığının diğer varlıklarla, ilimle, ilhamla, duygu ile, vicdan ile, aşk ile, sevgi ile, ve dahi varolan tüm unsurlarla içine girdiği iletişiminden, kurduğu bağdan damıttıkları ve bunları hangi niyetle kullandığına göre değişir.
öte yandan kendi durumu şiire yansıyacak ve okuruna nüfuz edecektir. kalbi akli nefsi durumu burda öne çıkar ve buradaki bir kirlilik önce şiirine yansır oradan okuruna nufuz eder ve onu kirletir.
dolayısıyla hem muazzam bir genişlik ve derinlik arzeden birikimi ne için kullandığından hemde şairliğinin ifası sırasında kendindeki bir kirliliğin şiir gibi kapsamlı ve etkili bir kanalla etrafa yayılacak ruhları gönülleri kirletecek olmasından muhakkak sorulacaklardır. ve sorgu onlar açısından ağır bir iş olacaktır.
hele akli kalbi nefsi olarak tamama yakın bir şirk ile hemhal bir şair bundan muhakkak Hak Teala tarafından sorulacaktır. zira o yaptığıyla kendini daha çok kirletmenin yanında başkalarının hem aklına hem nefsine hemde o mübarek gönüllere kir, muğlaklık, karamsarlık, deccallik boca etmektedir.
şairlerin filozoflardan üstün olduğu şu bakımdan doğrudur. biri akıl liderliğinde ilerler biri kalp. kalpte sezgi ilham öne çıkar. ve bu ikisi aklın ulaşamayacağı derinliklere girip çıkabilir, yükseklerde dolaşabilirler. işte bu muazzam olanağın nasıl kullanıldığından şairlerin sorguya çekilmeyeceği düşünülebilir mi?
bu olanakları kötüye kullananlar deccaldirler. karşılarındakini bu kabiliyet ve birikimle bürüyüp kendilerine tevdi etmek yönlendirmek isterler. ama hep satır arkalarında, bakışlarda ve süslü sözlerin altında. bu kafirliklerinin yani hakikikati örtmelerinin kapsamlı donanımlı oluşundandır. insana bahşolunana ne varsa hepsini o kirli amaçları için kullanırlar. dert kendilerine buyun eğdirmek, Hakka doğrulan doğru yolundan çevirmektir. bunlar şeytana liderlik eden şeytanların hizmetine girdikleri kötülükte ileri gidenlerdir. ve şairler bunlar arasında en çok öne geçenleri aralarında barındırırlar.
bu açıdan şairler, salihlerden iseler ve takva derecelerine göre alimler ve Peygamberler arasındadırlar. Rabbim Allah daha iyi bilir tabi. müşriklerden münafıklardan olanları ise cehennemin en alt tabakasındadırlar. o sanırım deccaliyet makamıdır.
yani şairler sorumludurlar ve birde bu dünyada onlara hesap sorabiliriz. zira bizi kirletme durumları olabilir. yani şairdir ne yapsa yeridir değil şairdir üzerine dikkatle eğilinir demek bizim açımızdan daha müttakiliğe yakışan bir tavır olacaktır.vesselam.
*
22.07.2008
My God Allah allways with me
*
there is a different thing,now
that is only my God Allah with me.
my friends, broders, schoolmates,
my intellectual writers in all areas
including turkish litrature, newspapers
foundations etc.
all of them gone and
I learned important things from their going;
all of them was lier and big liers
bu my God Allah teach me much more thing by their lies.
because wiht fighting their ugly games and lies
I was teached by My God Allah
what is truth and lie
and
who are honest and lier
although say they;
I am honest
and
I am saying truth.
are we friends in precent?
No
I have only one friend and one roadmate
to walk on road of Sratı Mustakim.
It is my God Allah
my one love,
dear.
my God Allah is enough for me for everything.
because of that
I can not say that I am alone
in my walking behind Prophet Muhammed (SAV)
My God Allah allways with me.
so I always became successful.
and My God never say any lie.
*
there is a different thing,now
that is only my God Allah with me.
my friends, broders, schoolmates,
my intellectual writers in all areas
including turkish litrature, newspapers
foundations etc.
all of them gone and
I learned important things from their going;
all of them was lier and big liers
bu my God Allah teach me much more thing by their lies.
because wiht fighting their ugly games and lies
I was teached by My God Allah
what is truth and lie
and
who are honest and lier
although say they;
I am honest
and
I am saying truth.
are we friends in precent?
No
I have only one friend and one roadmate
to walk on road of Sratı Mustakim.
It is my God Allah
my one love,
dear.
my God Allah is enough for me for everything.
because of that
I can not say that I am alone
in my walking behind Prophet Muhammed (SAV)
My God Allah allways with me.
so I always became successful.
and My God never say any lie.
*
2.07.2008
Nuh Tufanı
*
başladı.
kapatma davası sonuçlanınca biter kanaatimce.
gemiye binen bindi,
binmeyenlere yüce bir helak.
binenler varisi kainat.
elhamdülillah.
*
başladı.
kapatma davası sonuçlanınca biter kanaatimce.
gemiye binen bindi,
binmeyenlere yüce bir helak.
binenler varisi kainat.
elhamdülillah.
*
26.06.2008
özdeşlik
*
kapatma davası hırvatistan maçına
sonrası almanya maçına benzeyecek.
siz bide dünya kupasında durumu bir görün.
hayırlısıyla.
inşallah.
şampiyon olacağız.
*
kapatma davası hırvatistan maçına
sonrası almanya maçına benzeyecek.
siz bide dünya kupasında durumu bir görün.
hayırlısıyla.
inşallah.
şampiyon olacağız.
*
13.06.2008
6.06.2008
Nişan Almadan Ateş Ediyorlar
*
bişey değil kendilerini vuracaklar,
ya mermileri bitince ne yapacaklar.
*
bişey değil kendilerini vuracaklar,
ya mermileri bitince ne yapacaklar.
*
5.06.2008
31.05.2008
Siyasetin tek limanı İslam ahlakıdır
*
Milletin hizmetkarı,
gönüllerin sultanı,
zümrenin değil cümlenin başbakanı
rahat yürü, bu millet seninle.
kızılcahamamdan bi pankart
*
Milletin hizmetkarı,
gönüllerin sultanı,
zümrenin değil cümlenin başbakanı
rahat yürü, bu millet seninle.
kızılcahamamdan bi pankart
*
26.01.2008
Hamd Alemlerin Rabbi Allahadır.
*
O RAMHANDIR RAHİMDİR.
DİN GÜNÜN SAHİBİDİR.
MÜLK ONUNDUR.
NE DİLERSE ona ol der o hemen oluverir.
benim gibi.
*
O RAMHANDIR RAHİMDİR.
DİN GÜNÜN SAHİBİDİR.
MÜLK ONUNDUR.
NE DİLERSE ona ol der o hemen oluverir.
benim gibi.
*
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)