*
Pozitivizmin tesiri altına giren siyaset bilimi, uzun süre siyaset felsefesi ve siyaset teorisinden uzak tutuldu, daha amprik ve pratik bir bilim dalı inşa edilmeye çalışıldı. Normatif, değer yüklü ve felsefi olan, bir nevi ayrışmaya tabi tutuldu. Gözle görülür, elle tutulur, kesin ve mutlak bir bilimsel gerçeklik üretilmeye çalışıldı. Ancak tüm sosyal bilimlerde olduğu gibi, siyaset biliminin de bu kıskaçtan kurtulması fazla uzun sürmedi. Aslında madde-mana, fizik-metafizik gibi bir çok konuda ayrıma gidilmesi, modern dönemin temel özelliklerinden biri olarak görülebilir . Habermas'ın "modernliğin kültürel ayrışması" dediği, ahlak-bilim-sanat alanlarında görülen kopuş, hayatın bir çok alanında dramatik anlam kayıplarına sebep oldu.
Şekil, zarf, görüntü muhtevanın, mazrufun, içeriğin yerini aldı. İçle dışın, mana ile maddenin, şekil ile muhtevanın yaşadığı kopuş anlam dünyasında da ciddi bir erozyona sebep oldu. Kozmos içindeki geleneksel bağlar, algı biçimleri ve ilişkilerle belli bir anlam ifade eden insan, yeni dönemde tüm bunların değersizleşmesiyle, kendi anlam dünyasını ve bu dünya içinde sahip olduğu geleneksel rolü de kaybetti.
Bardak da, işte belli bir şekli, zahiri, zarfı, bir biçimi ifade ediyor. Asıl anlam bardağın içindekiyle oluşuyor. Bardak'tan murad, bizatihi kendisi değil, taşıdığı, içerdiği sıvıdır. Elbette bardağın şekli, biçimi, rengi, boyutu, estetik algısı muhtevanın mahiyetini etkileyecek bir öneme sahiptir. Soyut olan bir şeyi somuta dönüştürmek, ona bir şekil ve görüntü kazandırmak, küçümsenmeyecek bir özelliktir. Ancak bardakta içilen şeyin ne olduğu, ne işe yaradığı gözden kaçırılmamalıdır. İnsanlar çoğu zaman zahirde boğulur, zarfdan mazrufa, şekilden öze geçemez.
Bilinen meseledir. Deniz suyunun renksiz olması, bilimsel bir gerçekliktir. Ama ona anlam katan, bizim ona atfettiğimiz renklerdir. Yazdığımız şiirler, çizdiğimiz resimler, anlattığımız hikayeler bizim ürettiğimiz anlam dünyasıyla renklenir, değer ve anlam kazanır.
Örneğin uzlaşı da böyle bir kavramdır. Birkaç haftadır yazıyorum. Uzlaşı, demokratik kültürün en önemli unsurlarından biridir. Diyalog, müzakere, tartışma, istişare, mutabakat zeminleri üretme, siyasetin temeli olmalıdır. Ancak birileri uzlaşıyı bir dayatma aracı, belli bir kesimin düşüncesini umuma kabul ettirme süreci gibi anlarsa buna "şekilde boğulma", bir "erdemin istismarı" denir. Uzlaşı geriye doğru gitme, statükoda buluşma değil, ileriye doğru gitme, değişimde ve gelişimde buluşmadır. Uzlaşı tarafların belli bir esneklikle asgari müştereklere doğru yol alması, orta yolda buluşması şeklinde değil de, birilerinin eksenine kayma, başka yörüngelere savrulma şeklinde işlerse, kalite kazandırmaz, yozlaşmaya kapı açar. Uzlaşı, bir hizaya getirme, yola getirme, kişiliksizleştirme operasyonu olamaz. Uzlaşı toplumun genel menfaatleri paralelinde paydaşların kesişme noktalarına vurgu yaparak makulde bir araya gelmesidir. İşte bu yüzden geçenlerde, CHP liderinin uzlaşı anlayışının Türkiye'nin önünü açacak bir anlam ifade etmediğini, Başbakan Erdoğan'ın belki de siyasi hayatındaki en büyük başarılarından birinin, partisinin kapatılma sürecinde sergilediği uzlaşmacı tavırda yattığını ifade ettim. 2007 ve 2008'de yaşanan gerilimler, uzlaşı anlayışını yitiren hükümetin kriz üretme sevdasının ürünü değildir. Gerilim üretmek isteyen kesimlere karşı Başbakan Erdoğan, mutabakat zeminlerini yeniden tesis etmeye çalışmış, partisini ve Türkiye'yi zor bir süreçten en az zararla çıkarmıştır. Her ne kadar dava süreci hukuki bir süreç olsa da, genel siyasi havanın ve algıların bu süreçte etkili olmadığı söylenemez. Erdoğan'ın bu dönemde yoğunlaşan uzlaşı çabası, halen devam etmektedir.
Şekilde boğulanların biraz daha muhtevaya bakmaları, olup bitenleri doğru anlamalarını sağlayacaktır.
yasin doğan/yeni şafak
*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
adaletli olun!