*
Yüzüne bakınca konuşan ses
beni sana rapteyleyen
beraber sabredelim diyen
Ağır aksak kulağıma tanıdık gelen
MerveSafa arasında gelip giden
ve yedincide Zemzeme kavuşup içen
Ben Merve Sen Safa
kavuşunca
bulduğumuz kuyudan
herkes içsin diyen
Ses'ti
beni sana rapteyleyen
*
8.06.2007
İRİS ÇİÇEKLERİ
*
taktir etme arzum her kabarışında
hastanede buluyorum kendimi
oyunlar oynarken akıl hastalarıyla
laleler koparıyoruz iris çiçekleri
Van Gogh'un bahçesinden
odasında vazosuna koymak için yine
oynayacak oyun kalmadığında
çıldırıyor doktorlar
artık tamam
gidebilirsin!
efendisinin bir buyruğu sayardım bunu
bırakmak isteseydim akıl oyunlarını
ve çağlayarak yansıtmayı
tüm parlaklığını koğuşların
*
taktir etme arzum her kabarışında
hastanede buluyorum kendimi
oyunlar oynarken akıl hastalarıyla
laleler koparıyoruz iris çiçekleri
Van Gogh'un bahçesinden
odasında vazosuna koymak için yine
oynayacak oyun kalmadığında
çıldırıyor doktorlar
artık tamam
gidebilirsin!
efendisinin bir buyruğu sayardım bunu
bırakmak isteseydim akıl oyunlarını
ve çağlayarak yansıtmayı
tüm parlaklığını koğuşların
*
Çağrı
*
dağlar toprak ve tüm kainat
sırrı sır olarak bilebildim
gelin bana bakın tekrar bakın
coşkuyla yanarken geldi başıma gelenler
paylaşırken doldu tüm boş yerlerim
şiir yazarken ettiğim tüm dualar
gelin bana bakın tekrar tekrar
artacak sizi gördükçe coşkum
ne sıkıntınız varsa alınca olacak
olmasını istediklerim...
*
dağlar toprak ve tüm kainat
sırrı sır olarak bilebildim
gelin bana bakın tekrar bakın
coşkuyla yanarken geldi başıma gelenler
paylaşırken doldu tüm boş yerlerim
şiir yazarken ettiğim tüm dualar
gelin bana bakın tekrar tekrar
artacak sizi gördükçe coşkum
ne sıkıntınız varsa alınca olacak
olmasını istediklerim...
*
FİLM yazmak YALANDIR ABİ!
*
“Yazmak ağırlığını taşıyabilen için onu
hem kendine hem dile hem de nesnelere açar.”
“Yazmak uzun bir yürüyüşe başlamaktır.”
“Yazmak yağmur altında maşrapayla su toplamaktır.”
Daha yazmanın ne demek olduğuna dair söylenen çok şey var. Aklıma gelen bunlar. Titizlik edip kitaplar karıştırsamıydım. Karıştırsaydım ne olurdu. Hayatımın bundan sonraki kısmı kitap karıştırarak geçebilirdi mesela. Nerden çıktı peki bu alıntılar.
Yazmak üzerine düşünmek sinema konuşurken bizi ilgilendirebilir mi?
Yazmak üzerine düşünmekle sinema üzerine düşünmek arasında bir farkın olabileceğini düşündüğümde film yapılabileceğini düşünmüyorum. Bir memlekette yazmak denen şeyin üzerine nasıl eğiliniyorsa sinemanında üzerine aynen öyle eğinildiğini ortada çünkü. Peki yazmakla alakalı yukarıdaki alıntıların başındaki ‘yazmak’ yerine ‘sinema’ yazsak ne olur.
S)“sinema ağırlığını taşıyabilen için onu hem kendine hem dile hem nesnelere açar.”
N)“sinema uzun bir yürüyüşe başlamaktır.”
M)“sinema yağmur altında maşrapayla su toplamaktır.”
S) sinema denen şeyin ağırlığı olan bir şey olduğu, hafif olmadığı, ağırlığı oranında, taşınmasınında önem arzettiğini anlamına geldi S. Bu uğraştığımız alanın bize yüklediği sorumluluğun, ciddiyetin, işin üstüne söylenmiş. İş öyle alelade bir iş değil yani.
Sonra bütün bunları aklında tutan ve öyle hareket eden için bir kaç avantaj kapısı açılıyo; kendine, dile ve nesnelere doğru.
Dile açmasını sanat olmasıyla insanı alelade bir dil anlayışından koruyacağını, dilin özüne yaklaşmaya zihinsel olarak hazırlanacaktır diyebiliriz. Dillerin kime ait olduğunu anlamak adına yapacağımız yolculukdan bahsediyorum tabiki.
Kendine açması insan dilden öğrendiği gibi kendinden de öğreniyor. Ya da kendini daha iyi bilen bazı şeyleri daha iyi biliyor. Kimden geldiğini ve kime döneceğini anladıkça güzele olan mesafesinin azaldığını hissediyor.
Nesnelere açmasına gelince ekrandaki her hareketin objenin özel bir öneme haiz olduğunu anlatan teorik kitaplardan bahsetmek yerine insanın algı sınırını eşyanın özüne yönelterek genişletecek şeyde sinema yardımcımızdır demek daha iyi.
N)“sinema uzun bir yürüyüşe başlamaktır.” Nuri Pakdilin bir sözü bu aslında yazmak hakkında. İlkini kim söylmişti hatırlamadım şimdi. Nuri pakdil okumayı da yazarıyla bir kaç hafta ortadan kaybolmak olarak tanımlamıştı. Film izlemek yönetmeniyle bir kaç saat ortadan kaybolmak demektir. Güzel oldu. Sinema öyle uzun bir yol ki zaten hem gerçek anlamda bir film yıllar sürebiliyor hemde çıkılan yolculuğun aranılan şeyin peşinde, yıl hesabının yapılamadığını biliyoruz Mevlana’dan Yunus’dan.
M)“ sinema yağmur altında maşrapayla su toplamaktır.” Bu da Ali Göçer’in bir tanımlaması diye hatırlıyorum. Yağmurun ne olduğunu biliyoruz. Bereket. Maşrapayla su toplamaya gelince boş olması dolmayı umuyor olması beklenir bu maşrapadan. Dolmayı uman insan talip olan insan anlamına da gelir. Bir şeylere talip oluyoruz maşrapamızı alıp yağmur altında nasiplenerek. Nasiplendiğimizi biliyoruz çünkü yağmuru kimin yağdırdığını biliyoruz. Peki ne kadar nasipleniyoruz; bir maşrapa dolusu sadece. Harika değil mi. Bunu bilen insan büyüklenmez herhalde hiç bir zaman; Senin ile maşrapanın boyutları arasında bir kendini bilmekle sayladığın fark var. Başka yok.
Son bir alıntı Picasso’dan, “sanat hakikat değildir, hakikati bulmamıza yaraya yalandır.” Sinema nedir. Bilmem. Yalan mıdır? Yalandır abi! Ama bu yalanın hakikat olmadığını kim söyleyebilir. picasso. söylesin. bizce sanat Hakka yapılan hakiki bir yolculuktur. o kadar...
bunu da yazdıydım bi zaman...
*
“Yazmak ağırlığını taşıyabilen için onu
hem kendine hem dile hem de nesnelere açar.”
“Yazmak uzun bir yürüyüşe başlamaktır.”
“Yazmak yağmur altında maşrapayla su toplamaktır.”
Daha yazmanın ne demek olduğuna dair söylenen çok şey var. Aklıma gelen bunlar. Titizlik edip kitaplar karıştırsamıydım. Karıştırsaydım ne olurdu. Hayatımın bundan sonraki kısmı kitap karıştırarak geçebilirdi mesela. Nerden çıktı peki bu alıntılar.
Yazmak üzerine düşünmek sinema konuşurken bizi ilgilendirebilir mi?
Yazmak üzerine düşünmekle sinema üzerine düşünmek arasında bir farkın olabileceğini düşündüğümde film yapılabileceğini düşünmüyorum. Bir memlekette yazmak denen şeyin üzerine nasıl eğiliniyorsa sinemanında üzerine aynen öyle eğinildiğini ortada çünkü. Peki yazmakla alakalı yukarıdaki alıntıların başındaki ‘yazmak’ yerine ‘sinema’ yazsak ne olur.
S)“sinema ağırlığını taşıyabilen için onu hem kendine hem dile hem nesnelere açar.”
N)“sinema uzun bir yürüyüşe başlamaktır.”
M)“sinema yağmur altında maşrapayla su toplamaktır.”
S) sinema denen şeyin ağırlığı olan bir şey olduğu, hafif olmadığı, ağırlığı oranında, taşınmasınında önem arzettiğini anlamına geldi S. Bu uğraştığımız alanın bize yüklediği sorumluluğun, ciddiyetin, işin üstüne söylenmiş. İş öyle alelade bir iş değil yani.
Sonra bütün bunları aklında tutan ve öyle hareket eden için bir kaç avantaj kapısı açılıyo; kendine, dile ve nesnelere doğru.
Dile açmasını sanat olmasıyla insanı alelade bir dil anlayışından koruyacağını, dilin özüne yaklaşmaya zihinsel olarak hazırlanacaktır diyebiliriz. Dillerin kime ait olduğunu anlamak adına yapacağımız yolculukdan bahsediyorum tabiki.
Kendine açması insan dilden öğrendiği gibi kendinden de öğreniyor. Ya da kendini daha iyi bilen bazı şeyleri daha iyi biliyor. Kimden geldiğini ve kime döneceğini anladıkça güzele olan mesafesinin azaldığını hissediyor.
Nesnelere açmasına gelince ekrandaki her hareketin objenin özel bir öneme haiz olduğunu anlatan teorik kitaplardan bahsetmek yerine insanın algı sınırını eşyanın özüne yönelterek genişletecek şeyde sinema yardımcımızdır demek daha iyi.
N)“sinema uzun bir yürüyüşe başlamaktır.” Nuri Pakdilin bir sözü bu aslında yazmak hakkında. İlkini kim söylmişti hatırlamadım şimdi. Nuri pakdil okumayı da yazarıyla bir kaç hafta ortadan kaybolmak olarak tanımlamıştı. Film izlemek yönetmeniyle bir kaç saat ortadan kaybolmak demektir. Güzel oldu. Sinema öyle uzun bir yol ki zaten hem gerçek anlamda bir film yıllar sürebiliyor hemde çıkılan yolculuğun aranılan şeyin peşinde, yıl hesabının yapılamadığını biliyoruz Mevlana’dan Yunus’dan.
M)“ sinema yağmur altında maşrapayla su toplamaktır.” Bu da Ali Göçer’in bir tanımlaması diye hatırlıyorum. Yağmurun ne olduğunu biliyoruz. Bereket. Maşrapayla su toplamaya gelince boş olması dolmayı umuyor olması beklenir bu maşrapadan. Dolmayı uman insan talip olan insan anlamına da gelir. Bir şeylere talip oluyoruz maşrapamızı alıp yağmur altında nasiplenerek. Nasiplendiğimizi biliyoruz çünkü yağmuru kimin yağdırdığını biliyoruz. Peki ne kadar nasipleniyoruz; bir maşrapa dolusu sadece. Harika değil mi. Bunu bilen insan büyüklenmez herhalde hiç bir zaman; Senin ile maşrapanın boyutları arasında bir kendini bilmekle sayladığın fark var. Başka yok.
Son bir alıntı Picasso’dan, “sanat hakikat değildir, hakikati bulmamıza yaraya yalandır.” Sinema nedir. Bilmem. Yalan mıdır? Yalandır abi! Ama bu yalanın hakikat olmadığını kim söyleyebilir. picasso. söylesin. bizce sanat Hakka yapılan hakiki bir yolculuktur. o kadar...
bunu da yazdıydım bi zaman...
*
Biz ve "ben"
*
Modern zamanların içinde bulunduğu durumu anlamak anlatmak için “Biz” ve “ben” kavramlarını ele alabilir, buradan “aynîlik” ve “ayrîlik” kavramlarından faydalanarak durumu özetleyebiliriz kanısındayız. Bu işe girişmeden evvel kavramların tanımını yapmak kavram kargaşasını engelleyecek, meramımızı anlatırken de bizim kavramlardan ne anladığımızı netleştirecektir. Zira üzerinde konuşacağımız tartışacağımız kavramları sarih bir biçimde açık seçik ortaya koymaz isek boşa konuşmuş oluruz. Bizim tanımlarımızın kabul görüp görmemesi okurun insafına kalmıştır. Ama bizim için bu tanımlamaları yapmak ve muğlaklıktan şiddetle kaçınmak bir zorunluluktur. Biz “Biz” diyenlerin tarafındayız. Asla bir tarafsızlık söz konusu değildir bu makalede. Kesinlikle tarafız ve taraf olmanın tüm sorumluluklarını üstlenerek ve güzelliklerini ümit ederek yazmaya başlıyoruz.
Modernizm özetle tüm iradî tercihlerini batıldan yana, nefsten yana, şeytani olandan yana kullanmış bir kültürün geldiği bir nokta, bir durak, bir bataklıktır. Bunu insan fıtratından olan nefsi yani “ben” diyen nefsi ve “ben” deyip kibirlenerek Hakka asi olan iblisi anlatarak daha iyi anlayabiliriz. Buradan kelamı “ayrîlik” kavramına bağlayabiliriz.
Burada karşımıza çıkan kavramları da bir bir tanımlar isek, nefs insanın içinde midede onu dünyaya çeken, dünyevi heves ve hevaya davet eden, kötülüğü emredip hakikatten men etmek isteyen, ölene dek hakikate muhalif bir öğedir. İnsan fıtratı üç şeyden kaimdir; Akıl, kalp, mide. Yani düşünmek, akletmek; sevmek, iman etmek; dünyayı arzulamak. Yani özetle nefs kalbin hakikate doğrulmasına muhalif fıtratın bir öğesidir. Aklı da şerre, bir iki saniye olsun düşünmemeye davet eder. Bütün günahlar, zülümler, haksızlıklar nefse uyulmasından neşet eder. Kir ve çirkinlikte nefsin yöneldiğidir.
Gelelim iblise. İblis Hz. Adem’e secde etmesi üzre gelen Emrullaha hep “ben” diyerek kibirlenip asi olmuştur. “ben” ateşten yaratıldım. O ise topraktan. “ben” ondan üstünüm diyerek kibirlendi ve tamamen bir nefs; yani şeytan haline geldi. Ve tevbe de etmedi. Nefs zaten tevbe etmez. Tevbeye muhaliftir. Burada iblisi de ne olduğunu söyledik.
İşte modernizm iradî tercihlerini bu nefs ve iblisten yana kullanmış bir kültürdür. Bunu anlamak o kadar da zor değil. Her şeyin merkezine “ben” i koyan hümanizmin ne olduğuna sıradan bir tanımına bile bakarak bunu anlayabiliriz. Her şeyin ölçüsünün insan olduğu bir anlayış modernizm. Yani aslında Hz. Adem’den bu yana Hakkı hakikati tanımayan kafirlerin hep yapageldikleri şey. Yani modernizm tamamen bir gavurluk, kafirlik. Ama modernler bunu Aristotalese dayandırmakta. Yani hakikati güzelliği eşyanın içinde kabul eden hatta eşyanın kendisinde kabul eden Aristotales tüm hakikati dünya olarak belirtmiş ve kafirlerde bu anlayışı kolayca tercih etmişler ve tüm yaşamlarını da bu küfre göre düzenlemişlerdir.
Konuyu dağıtmadan toparlarsak buradan “ayîlik” kavramına bağlanabileceğimizi söylemiştik. Nefs ve şeytanın ben farklıyım, ben üstünüm diyerek kibirlenmesini anlattık. Şeytan böyle yaparak kovuldu ve yalnız kaldı. Hem Allah Teala tarafından lanetlendi. Yani Yaradanı, Rabbi iblisi yalnız bıraktı. İşte modern birey de aynen bu şekilde kibirlenerek ben farklıyım, ben üstünüm demekte. Bu durum onun hemen her varlıktan farklı ve üstün olduğu yalanını salık veren nefsin bir semeresi. Bu durum onun Rabbi tarafından yalnız bırakılmasına sebep olmakta, her türlü cemaat, toplum, birliktelikten de kendisini uzaklaştırmış olmakta. Ben farklıyım diyeek her bir beşerden kopan insan yalnızlaşmaktadır. Hatta mizahi bir biçimde yalnızlaşarak benzeşen topluluklar bile içlerinde tekrar bölünüp farklı bir kıta, “marginal” bir grup oluşturmakta. Bu birlikte hareketin yol açtığı benzeşmede hoşa gitmemekte ve yine bir bölünmeyle başka bir grup içi tekrar farklılığa ağrılığa başvurulmakta bu sürüklenme ömür boyu yalnızlığı artırarak devam etmektedir. Çünkü kafire göre insan insanın kurdudur ve herkes ayrı bir bireydir. Kimsede kimseye benzemez. Eğer benzediği durumlar varsa hemen bir farklılık bulup kendini bu benzerlikten azad etmesi gerekmektedir. Bu yalanın sürüp gitmesi her bir beşerin mutsuz, yalnız, kirli, çirkin, nankör, kibir ve grurun her şeyin önüne geçip rezillik çıkardığı bir duruma mahkum olmasına neden olmaktadır ki tan olarak böyledir. En büyük yanlışlık ise kimsenin kimseye faydası olmayacağı cehennemde gerçekleşecek ve ebediyen sürecek.
Şimdi ise “biz” diyen ve iradî tercihlerini Haktan hakikatten, temizden, güzelden, helalden yana kullanan bir cemaatten bahsederek iyice durumu anlaşılır hale getirelim.
Biz müslümanlar birbirimizdenizdir. Kibir bize haramdır. Yasaktır. “ben” demek yoktur. Biz demek vardır. Efendimiz bir hadisinde mealen “Mümin müminin aynasıdır.” Buyurur. Yani biz birbirimize o kadar çok benzeriz ki giderek tek vicut olur birleşiriz. Bu Yüce Rabbimiz Allah Teala’nın birliğine ve varlığına yönelenlerin benzeşmesi aynîleşmesidir. Rabbimizle, Efendimizle, her bir müminle bu benzeşme, birlik, aynîlik, bizi öylesine mutlu sevinçli kılar ki daha çok benzemek, daha çok aynileşmek isteriz. Her birimiz Peygamber Efendimiz gibi, Hz. Ömer, Hz. Ebu bekir gibi olmak ister. Bu bizi birbirini seven bir cemaat haline getirir. Sıkı sıkı saf tutan, elele veren. Komşusu açken tok yatamayacak olan bir cemaat haline getirir. Bütün dünyevi faklılıkları üzerimizden atıp güzelleşerek birbirimize benzeriz. Böylece gönüllerimiz Rabbimize yaklaşır. Böylece tüm müminler müslümanlar birbirine yaklaşır. Bu birliktelik, yaklaşma, sevgi, sevinç cennette devam eder ve ebediyete kadar sürer. Hiç bir anımızda yalnızlık, mutsuzluk yoktur.
Oysa kafirlerin yalnızlığı da, mutsuzluğu da ebediyyen artar. Hem dünyada, hem ahirette.
öyle bi makale yazmaya niyetlendiydimde vazgeçtimdi.ortaya ama böle bi yazı çıktı.paylaşalım...
*
Modern zamanların içinde bulunduğu durumu anlamak anlatmak için “Biz” ve “ben” kavramlarını ele alabilir, buradan “aynîlik” ve “ayrîlik” kavramlarından faydalanarak durumu özetleyebiliriz kanısındayız. Bu işe girişmeden evvel kavramların tanımını yapmak kavram kargaşasını engelleyecek, meramımızı anlatırken de bizim kavramlardan ne anladığımızı netleştirecektir. Zira üzerinde konuşacağımız tartışacağımız kavramları sarih bir biçimde açık seçik ortaya koymaz isek boşa konuşmuş oluruz. Bizim tanımlarımızın kabul görüp görmemesi okurun insafına kalmıştır. Ama bizim için bu tanımlamaları yapmak ve muğlaklıktan şiddetle kaçınmak bir zorunluluktur. Biz “Biz” diyenlerin tarafındayız. Asla bir tarafsızlık söz konusu değildir bu makalede. Kesinlikle tarafız ve taraf olmanın tüm sorumluluklarını üstlenerek ve güzelliklerini ümit ederek yazmaya başlıyoruz.
Modernizm özetle tüm iradî tercihlerini batıldan yana, nefsten yana, şeytani olandan yana kullanmış bir kültürün geldiği bir nokta, bir durak, bir bataklıktır. Bunu insan fıtratından olan nefsi yani “ben” diyen nefsi ve “ben” deyip kibirlenerek Hakka asi olan iblisi anlatarak daha iyi anlayabiliriz. Buradan kelamı “ayrîlik” kavramına bağlayabiliriz.
Burada karşımıza çıkan kavramları da bir bir tanımlar isek, nefs insanın içinde midede onu dünyaya çeken, dünyevi heves ve hevaya davet eden, kötülüğü emredip hakikatten men etmek isteyen, ölene dek hakikate muhalif bir öğedir. İnsan fıtratı üç şeyden kaimdir; Akıl, kalp, mide. Yani düşünmek, akletmek; sevmek, iman etmek; dünyayı arzulamak. Yani özetle nefs kalbin hakikate doğrulmasına muhalif fıtratın bir öğesidir. Aklı da şerre, bir iki saniye olsun düşünmemeye davet eder. Bütün günahlar, zülümler, haksızlıklar nefse uyulmasından neşet eder. Kir ve çirkinlikte nefsin yöneldiğidir.
Gelelim iblise. İblis Hz. Adem’e secde etmesi üzre gelen Emrullaha hep “ben” diyerek kibirlenip asi olmuştur. “ben” ateşten yaratıldım. O ise topraktan. “ben” ondan üstünüm diyerek kibirlendi ve tamamen bir nefs; yani şeytan haline geldi. Ve tevbe de etmedi. Nefs zaten tevbe etmez. Tevbeye muhaliftir. Burada iblisi de ne olduğunu söyledik.
İşte modernizm iradî tercihlerini bu nefs ve iblisten yana kullanmış bir kültürdür. Bunu anlamak o kadar da zor değil. Her şeyin merkezine “ben” i koyan hümanizmin ne olduğuna sıradan bir tanımına bile bakarak bunu anlayabiliriz. Her şeyin ölçüsünün insan olduğu bir anlayış modernizm. Yani aslında Hz. Adem’den bu yana Hakkı hakikati tanımayan kafirlerin hep yapageldikleri şey. Yani modernizm tamamen bir gavurluk, kafirlik. Ama modernler bunu Aristotalese dayandırmakta. Yani hakikati güzelliği eşyanın içinde kabul eden hatta eşyanın kendisinde kabul eden Aristotales tüm hakikati dünya olarak belirtmiş ve kafirlerde bu anlayışı kolayca tercih etmişler ve tüm yaşamlarını da bu küfre göre düzenlemişlerdir.
Konuyu dağıtmadan toparlarsak buradan “ayîlik” kavramına bağlanabileceğimizi söylemiştik. Nefs ve şeytanın ben farklıyım, ben üstünüm diyerek kibirlenmesini anlattık. Şeytan böyle yaparak kovuldu ve yalnız kaldı. Hem Allah Teala tarafından lanetlendi. Yani Yaradanı, Rabbi iblisi yalnız bıraktı. İşte modern birey de aynen bu şekilde kibirlenerek ben farklıyım, ben üstünüm demekte. Bu durum onun hemen her varlıktan farklı ve üstün olduğu yalanını salık veren nefsin bir semeresi. Bu durum onun Rabbi tarafından yalnız bırakılmasına sebep olmakta, her türlü cemaat, toplum, birliktelikten de kendisini uzaklaştırmış olmakta. Ben farklıyım diyeek her bir beşerden kopan insan yalnızlaşmaktadır. Hatta mizahi bir biçimde yalnızlaşarak benzeşen topluluklar bile içlerinde tekrar bölünüp farklı bir kıta, “marginal” bir grup oluşturmakta. Bu birlikte hareketin yol açtığı benzeşmede hoşa gitmemekte ve yine bir bölünmeyle başka bir grup içi tekrar farklılığa ağrılığa başvurulmakta bu sürüklenme ömür boyu yalnızlığı artırarak devam etmektedir. Çünkü kafire göre insan insanın kurdudur ve herkes ayrı bir bireydir. Kimsede kimseye benzemez. Eğer benzediği durumlar varsa hemen bir farklılık bulup kendini bu benzerlikten azad etmesi gerekmektedir. Bu yalanın sürüp gitmesi her bir beşerin mutsuz, yalnız, kirli, çirkin, nankör, kibir ve grurun her şeyin önüne geçip rezillik çıkardığı bir duruma mahkum olmasına neden olmaktadır ki tan olarak böyledir. En büyük yanlışlık ise kimsenin kimseye faydası olmayacağı cehennemde gerçekleşecek ve ebediyen sürecek.
Şimdi ise “biz” diyen ve iradî tercihlerini Haktan hakikatten, temizden, güzelden, helalden yana kullanan bir cemaatten bahsederek iyice durumu anlaşılır hale getirelim.
Biz müslümanlar birbirimizdenizdir. Kibir bize haramdır. Yasaktır. “ben” demek yoktur. Biz demek vardır. Efendimiz bir hadisinde mealen “Mümin müminin aynasıdır.” Buyurur. Yani biz birbirimize o kadar çok benzeriz ki giderek tek vicut olur birleşiriz. Bu Yüce Rabbimiz Allah Teala’nın birliğine ve varlığına yönelenlerin benzeşmesi aynîleşmesidir. Rabbimizle, Efendimizle, her bir müminle bu benzeşme, birlik, aynîlik, bizi öylesine mutlu sevinçli kılar ki daha çok benzemek, daha çok aynileşmek isteriz. Her birimiz Peygamber Efendimiz gibi, Hz. Ömer, Hz. Ebu bekir gibi olmak ister. Bu bizi birbirini seven bir cemaat haline getirir. Sıkı sıkı saf tutan, elele veren. Komşusu açken tok yatamayacak olan bir cemaat haline getirir. Bütün dünyevi faklılıkları üzerimizden atıp güzelleşerek birbirimize benzeriz. Böylece gönüllerimiz Rabbimize yaklaşır. Böylece tüm müminler müslümanlar birbirine yaklaşır. Bu birliktelik, yaklaşma, sevgi, sevinç cennette devam eder ve ebediyete kadar sürer. Hiç bir anımızda yalnızlık, mutsuzluk yoktur.
Oysa kafirlerin yalnızlığı da, mutsuzluğu da ebediyyen artar. Hem dünyada, hem ahirette.
öyle bi makale yazmaya niyetlendiydimde vazgeçtimdi.ortaya ama böle bi yazı çıktı.paylaşalım...
*
6.06.2007
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)